
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana burjuva klikler arasındaki devlete hakim olma kavgası hep vardı, bugün de bütün şiddetiyle devam ediyor. Kendi ideolojik düşünceleri ve sınıf çıkarları doğrultusunda devleti şekillendirme yönlü süren bu kavga, zaman zaman kanlı çatışmalara da dönüşmüştür. Menderes‘lerin idamı, Adnan Kahveci, Eşref Bitlis, güçlü bir iddia olarak yanıt arayan Özal „suikastı“ olayları ve Gülen Cemaati ile başını Erdoğan’ın çektiği “Müslüman Kardeşler” arasındaki çatışmalar bu türden çatışmalardır. Faşist ‘’TC’’ tarihi boyunca hakim sınıflar arasında ki çelişki ve çatışmalar ağırlıklı olarak iki klik arasında sürmüş ve günümüze kadar devam edip gelmiştir. Bu kliklerden biri, ‘TC‘nin kuruluşunda esas rol oynayan ve devlete hakim olan, batı emperyalizmine göbekten bağımlı komprador burjuvazi ve büyük toprak ağalarının bir kesimini temsil eden klik; diğeri ise daha çok Osmanlı‘nın devamından yana, ideolojik olarak İslami motiflerin ağırlıklı olduğu komprador burjuvazi ve toprak ağalarının bir diğer kesimini oluşturuyordu. Birinci kesimin temsilciliğini CHP yaparken, ikincilerin temsilciliğini, çok partili döneme geçildikten sonra sırasıyla DP, AP, ANAP, DYP ve AKP olarak sıralarsak sanırız yanlış olmaz.
AKP‘yi, siyasi ve ideolojik olarak birbirlerinin devamı olan söz konusu partilerden ayrı ele almak gerekiyor. Diğerleri mevcut siyasal rejimin devamlılığı içinde iktidar olmanın kavgasını verirlerken, AKP, mevcut rejimin yerine İslami şeriat rejiminin getirilmesinin açık kavgasını yürütüyor. Sadece siyasi ve ideolojik bir kavga yürütmüyor aynı zamanda ekonomik alt yapısını da oluşturuyor. MÜSİAD bünyesinde ekonomide söz sahibi olacak yeni bir sınıf yaratıyor. Yani diğerlerinden farklı olarak şeriat kurallarına göre hem ekonomik ve hem de siyasi ve ideolojik olarak devleti yeniden şekillendirmeye çalışıyor ki epeyce de yol almış durumda. Bu, diğer monarşi ve kraliyetlerle yönetilen İslam devletlerinde olduğu gibi, emperyalizme olan bağımlılığı daha yüksek boyutlara taşıyor. AKP dönemi boyunca, tamda emperyalistlerin arayıp da bulamadıkları bir ortam sunulmuştur emperyalist tekellere. “TC”, tarihinin en büyük borç batağına bu dönemde girmiş, tarım ve sanayi üretiminde yine tarihinin en sıkıntılı dönemini AKP iktidarı döneminde yaşamış ve yaşamaya devam ediyor. Kuşkusuz bütün bunların ağır faturasını yoksul Türkiye – K. Kürdistan halkları çekmektedir. Burada bir noktanın altını ayrıca çizmek gerekiyor. AKP, aynı zamanda Büyük Orta Doğu Projesinin bir enstrümanı olarak Amerikan emperyalizmi ve Siyonizm’in yarattığı bir proje partisidir de. Konumuz bu olmadığından AKP‘nin bu pozisyonunu da belirtip geçmiş olalım.
Bu iki ana klik dışında, kuşkusuz farklı sınıf ve kesimleri temsil eden partiler de oldu olmaya devam ediyor. Bunlardan her dönem mutlaka parlamentoda yeri olan ırkçı faşist MHP‘yi ayrıca değerlendirmek gerekiyor. Çünkü MHP, devletin resmi ideolojisi olan faşizmin orta direği işlevini görüyor. Faşist devlet her dönem bu faşist beslemeleri devletin bekası için halka karşı kullanmıştır. İşlenen bir dizi katliamda MHP devreye sokulmuş ve devletin kapıları bu katillere sürekli açık tutulmuştur. MHP, her koşul altında devletin ve emperyalist efendilerin çıkarları neyi gerektirmişse o doğrultuda devreye sokulmuştur. Bazen doğrudan doğruya katliamlarda, bazen parlamentoda iktidardakilerin menfaatleri için kullanılmıştır. Daha dün tek adam diktatörlüğüne demediğini bırakmayan MHP, bugün tek adam diktatörlüğünü ayakta tutan koltuk değneği vazifesini görüyor. Geçmişi irdelendiğinde, hiç bir zaman parlamentoda çoğunluk sağlayamayan MHP, devletin çıkarları doğrultusunda gel- gitli politikalarla var edilmiştir.
Doğrudan düzen partileri dışında, reformist, parlamenterist, küçük burjuva ve orta burjuvazinin sol kanadını temsil eden ve ulusal kimlik motifli partilerin varlığı da söz konusu. Bu partilerin hiç birisi ( TİP, HDP ve aynı çizgideki öncelleri dışında) parlamentoda temsil olanağı dahi bulamadılar. Kuşkusuz bizim derdimiz parlamentoda olup olmamak değil. Sadece bu partilerin politik duruşlarına dair objektif durumun altını çizmek istedik.
Partilere ilişkin bu kısa özetten sonra, şimdi yaşanılan süreç ve bu süreç içinde düzen partilerinin iktidar için birbirleriyle olan dalaşlarına geçebiliriz.
Emperyalist-Kapitalist sistem dipsiz bir kuyuya dönüşmüştür
Kapitalist- emperyalist sistemin içine düştüğü ekonomik ve siyasal kriz öylesine derinlik kazanmış durumda ki dipsiz bir kuyuya düşmüş gibiler. Bu kuyudan çıkış yolu ararken, her zaman olduğu gibi yine geri bıraktırılmış ülke halklarının omuzlarına basarak çıkış yolları aramaktadırlar. Emperyalist- kapitalist sistemin krizsiz, bunalımsız varlığını devam ettirmesinin mümkün olmadığını biliyoruz. Çünkü aşırı kar hırsı ve sömürünün olduğu yerde bunalım ve krizler onun kendi doğal yapısında var olacaktır zaten. Ancak bu krizlerin çeşitli dönem ve ülkelerin ekonomik ve siyasal yapılarına göre yansıma biçimleri farklılıklar gösterebilmektedir. Neo- Liberal sistemin işe yaramaz hale geldiği bu dönemde, krizin ağır faturası sömürge, yarı- sömürge ülkelere ve bu ülke halklarına çıkartılacağı ne yazık ki bilinen bir gerçektir. Bugün tam da yaşanmakta olan budur. Bunun için kanıta, ispata, delile ihtiyaç yoktur. Çıkartılan bölgesel savaşların, yürütülen yağma ve talanın, milyonlarla ifadelendirilen yoksul halkların katliamların ve kıyımların, talan ve yağmaların tamda ortasında yaşamaktayız. Açıkçası görülen köye kılavuz istenmez.
Emperyalizme göbekten bağımlı faşist Türk devleti ve iktidardaki AKP- MHP Türk- İslam sentezli faşist iktidar, tarımı, sanayiyi daha açıkçası ekonomiyi felç etmiş ve buna paralel olarak zaten kırıntılar şeklinde var olan demokratik, akademik ve sosyal haklar da tümüyle peyder pey yok sayılmıştır. Uluslararası emperyalist tekellerin her istemi harfiyen yerine getirilerek, fabrikalar, yeraltı zenginlik kaynakları, akar sular, ormanlar, yaylalar kısacası ne kadar yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynakları var ise tümü emperyalistlere yok pahasına peşkeş çekilerek, geçmişte iyi kötü üretim yapan fabrikalar tarlalar üretimsizliğin batağına batırıldılar. Öyle bir noktaya gelindi ki Orta Doğu‘nun buğday ambarı olan ülke, saman ihraç eder hale sokuldu. Tarımda önemli kalemler olan pamuk, tütün, fındık, pancar gibi tarım ürünleri geçmişte ihtiyacı karşılar durumda iken şimdi ihraç edilir duruma getirildi. Hayvancılık yine aynı durumda. Şeriatçı AKP iktidara geldiğinden bu yana doğru dürüst bir fabrika kurmadığı gibi, var olanları da satmakta geri durmadı. Ekonomik alanda yapılan tek şey inşaat sektöründe ranta dayalı bir ekonomik politika izledi. Yollar, köprüler, şehir hastaneleri, AVM‘ler le bir ülkede ekonomik kalkınmanın mümkün olamayacağını en sıradan insan bile bilebilir. Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca hiç bir dönem, AKP iktidarı döneminde olduğu kadar ülkenin zenginlikleri yağmalanıp talan edilmedi. Hiç bir dönem böylesine büyük borç batağı içine girmedi. Daha doğmamış bebeler bile emperyalistlere borçlu durumdadırlar. Faşist AKP iktidarının ekonomik politikasını yüzlerce sayfalık kitaplara bile sığdırmak mümkün değildir. Doğal olarak konuyu bütünlüklü olarak bu bir kaç sayfalık yazıda ele almak olanaksızdır. Öz olarak belirtmek istediğimiz şey ekonominin bir bütün olarak dibe vurduğu ve bunun sonucu olarak işsizliğin, yoksulluğun ve açlığın kat be kat arttığı bir süreci yaşıyoruz. Kuşkusuz bunun gerçek suçluları başta uluslararası emperyalist tekeller ve onların yerli işbirlikçileridir.
Ekonomik daralma büyüdükçe, buna paralel olarak siyasi baskılanma da artarak devam etmektedir. Siyasal baskılanma öyle bir noktaya getirildi ki, burjuva hukukunun bile eseri kalmadı. Parlamento tamamen işlevsizleştirildi, Erdoğan‘ın ağzından çıkan her söz kanun yerine geçer oldu. Basın ve medya önemli oranda susturuldu. Tek adam diktatörlüğünün en ufak bir eleştiriye bile tahammülü yok. Gazeteciler, akademisyenler, devrimci- demokratlar, milletvekilleri, belediye çalışanları ve başkanları kısacası kendisine muhalif olan herkesi zindanlara doldurdu faşist AKP- MHP iktidarı. Devrimci – demokratik kurumların kapısına kilit vuran bu faşist iktidar en son olarak Barolara ve kitlelerin kendisini ifade ettiği sosyal medyaya yöneldi.
Bu faşist iktidar kendisinden olmayan herkese düşman. Ama aynı zamanda kitleleri, farklı inanç topluluklarını, düşmanlaştıran ve ötekileştiren bir politikayla iktidarda kalmanın yolunu tutmaktadır. Özellikle kadın sorununda ki zihniyet iyice ayyuka çıkmış durumdadır. Kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüz saldırıları yüzde beş yüz artmışken, bu yetmiyormuş gibi İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesine kadar işi vardırdılar. İstanbul Sözleşmesi, bilindiği gibi kadına şiddettin önlenmesini öngören uluslararası bir sözleşmedir. ‘Cennet anaların ayağının altındadır“ diyen bu iki yüzlü faşistlerin aslında dünyayı analara cehenneme çevirdiklerinin on binlerce örneklerinden sadece biridir İstanbul Sözleşmesine dair tavırları. Erkek çocuklara tecavüzü, bademlime“ olarak görüp meşrulaştıran bu zihniyetin bugün geldiği düzey ve Türk – İslam sentezli faşist saldırganlığın aşaması ülkeyi yüzlerce yıl gerilere götürmeye yönelik şeriatçı yönelimden başka bir şey değildir.
Peki, katliamların, kıyımların, yıkımların, yasakların günlük yaşamın bir parçası haline getirildiği bu duruma nasıl gelindi. Öncesi çok mu iyiydi diye sorulabilir. Elbetteki “TC”., kuruluşundan bu yana faşist diktatörlüklerle yönetilen bir ülke. Faşist saldırıların dönemsel farklılıklar gösterdiği de bir gerçek. “TC “tarihi incelendiğinde bu nicel farklılıkları rahatlıkla görmek mümkündür. Ancak AKP – MHP döneminin ayrı bir özelliği, hem faşist saldırıların aleni olarak en katmerli bir biçimde sürdürülmesi ve hem de rejim değişikliğine gidilmesidir. Tek adam diktatörlüğü, saltanat rejimi özleminden başka bir şey değildir. Bu tek adam diktatörlüğü dönemi belki de “TC”, tarihinin en karanlık dönemlerinden biridir. Faşist cuntalara bile rahmet okutacak cinsten bir süreç yaşatılıyor geniş halk kitlelerine.
Erdoğan/AKP iktidarı MHP’ye gebe bir durumdadır
AKP, iktidar kavgasında Gülen cemaati ile yolları ayrıldıktan sonra, iktidarda kalmanın ve şeriatçı yola devam edebilmek için, MHP ve Kızıl elmacı ulusalcı kanatla ittifak kurarak iktidar koltuğunu bir süreliğine sağlamlaştırmak istemektedir. Bu ittifak Türk hakim sınıflarının en gerici, en yobaz faşist kliklerin ittifakıdır. Şimdi buna, hiç bir zaman bir baltaya sap olamamış, kendisini nimetten sayan topal oğlan Doğu Perinçek‘te destek vermektedir. Bu ittifak içindeki şu gerçeği görmek gerekir. Her ne kadar güç Erdoğan‘ın elindeymiş gibi görünse de, ipler Bahçeli faşistinin elinde. Çünkü desteğini çektiği an, AKP parlamentodaki çoğunluğunu kaybedecek ve istediği yasaları çıkartamayacaktır. Bu yüzden güçlü görünen diktatör, Bahçeli‘ye gebedir.
CHP kendisini bu sürecin dışında gösterse de aslında hayata geçirdiği politikalar ile bu ittifakın ortağı olduğunu göstermiştir. Hem parlamento hem de sürecin köşe taşlarını belirleyen politikaların hayata geçirilmesinde oynadığı rol bunu ispatlamaktadır.“ Millet vekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması, AKP-MHP faşist iktidarının sözde ‘devlet bekası’ söylemli, ama aslında başta Kürt ulusu olmak üzere devrimci -demokratlara yönelik saldırı politikaları her seferinde desteklenmiş, seçim hilelerine en ufak bir tepki göstermemiş, parlamenter sistemden otokratik devlet yapılanmasına gerçek anlamda muhalif bir tavır geliştirmemiştir. O sadece kitlelerin, bu faşist saldırılara karşı gelişebilecek öfkesini nötralize etmenin hamiliğini yapmıştır. Adalet yürüyüşü ve hayır kampanyasının da bu çerçevede değerlendirilmesi gerekir. Çünkü AKP – MHP faşist iktidarının uyguladığı politikalar başta emperyalist efendileri olmak üzere, Türk hakim sınıflarının ortak uzlaşılarının sonucudur. Doğal olarak CHP‘nin bu uzlaşının dışına çıkması beklenemezdi. Kılıçdaroğlu ve Erdoğan arasındaki mahalle kavgası, it dalaşı ve ya horoz döğüşünden başka bir şey değildir. Kuşkusuz CHP içinde dürüst, namuslu aydın bireyler vardır. Ama bu, partinin gerçek niteliğini değiştirmez.
AKP- MHP “Cumhur Bloğuna” karşı, CHP, İyi Parti ve Saadet Partisi’nden oluşan ‘Millet Bloğu’ uzun süredir ittifaklarını devam ettirmektedirler. Yeni- Osmanlıcılığa karşı, Kemalist ideolojinin temsilciliğini yapan bu klik, tekelci komprador burjuvazinin bir başka kanadını temsil ediyor aynı zamanda. Zaman zaman, Cumhur ittifakına karşı, HDP‘nin de Millet ittifakına dışardan destek verdiği bilinmektedir. Tıpkı son yerel seçimlerde olduğu gibi. Kuşkusuz bu durum, HDP‘yi, Millet İttifakı içindeki partilerle aynılaştırmak anlamına gelmez. Esasta ezilen ulus temsilciliği ve demokrat bir kimliğe sahip olan HDP ve benzerlerinin sınıf çıkarları gereği politik yalpalamalar göstermeleri şaşılacak bir durum değildir. Bilindiği gibi HDP, Kürt orjinli örgütler ve Türkiye devrimci hareketi içinde yer alan bir kısım örgüt ve partilerden oluşan bir yapılanmadır. Doğal olarak bugün devrimin dostlarıdırlar. Yanlış politik tutumlarını ve ideolojik duruşlarını eleştiririz. Ama bu, somut gelişmelere göre ortak mücadele siperlerinde buluşabileceğimiz gerçeğinin inkarı anlamına gelmez.
Gelinen aşamada, koronavirüs salgınını AKP – MHP faşist iktidarı fırsata çevirerek geniş halk kesimleri üzerinde faşist saldırını yoğunlaştırıyor. Ciddi bir çözülme sürecine giren bu faşist blok, bu saldırılarla, çözülme sürecinin önüne geçmeye çalışıyor. AKP içinden iki ayrı parti çıkarken, MHP, İyi Parti’yi doğurdu. Kitleleri açlığın ve yoksulluğun cenderesine sokan faşist iktidarın saldırıları, yasakları kullanmaktan başka yapabileceği bir şey yok. Böylece kitlelerin sinip susacağını sanıyorlar. Ama gelinen aşamada bunun pek mümkün görünmediğinin de farkındalar. Korku cenderesine sıkıştırılan kitlelerin öfkesi, çok ta uzak olmayan ve hiç kimsenin tahmin bile edemeyeceği biçimde patladı patlayacak durumda. Muhalefetiyle, iktidarıyla tüm hakim sınıfların ortak korkusu kitlelerin patlamaya hazır öfkesidir. Başta CHP olmak üzere millet ittifakını oluşturan partiler bunun önüne geçmek için yoğun bir çaba harcarken; cumhur ittifakını oluşturan AKP – MHP iktidar bloğu baskı ve sindirme konseptini en yoğun bir şekilde sürdürüyor. İki blok arasındaki farklılık görünümde farklıymış gibi görünse de aslında öz olarak aynı şey yapılmaktadır. İkisi de aman ha kitlelerin sokağa çıkması mutlaka engellensin. Devletin denetiminden çıkartılmasınlar.
İşçi sınıfı ve geniş halk yığınlarının birliği elzem ve sürece denk gelen en doğru siyasettir
Devrimci durumda kendiliğindenci de olsa bir yükselmenin olduğu, kitlelerin, yönetenlerin yönetiminden memnun olmadıkları ve suyun kaynama düzeyine doğru yükseldiği açık olarak görülmektedir .İşte tam da bu noktada devrimci – komünist hareketin sorumluluk ve görevleri acilen gündeme geliyor. Hangi strateji ve hangi taktik mücadele biçimleriyle süreç halkın ve devrimin lehine çevrilecektir. Biz komünistler açısından strateji de durum berrak. Bu faşist devletin yıkılıp, sosyalizmin inşası ve giderek sınıfsız ve sınırsız bir dünya sistemine geçiştir. Ancak bu genel stratejiyi tespit etmek yetmiyor. Hedefe varmak için bir dizi taktik mücadele biçimlerine ihtiyaç var.
‘’ Strateji, diyelim ki, Çarlığa veya burjuvaziye karşı savaşı kazanma, çarlığa ya da burjuvaziye karşı mücadeleyi sonuna kadar götürmeyi hedef edinmişse taktik daha az önemli hedefleri önüne koyar; çünkü onun hedefi, bir bütün olarak savaşı kazanmak değil, devrimin verili yükselme ya da alçalma dönemindeki somut duruma uygun şu ve ya bu muharebeyi, şu ve ya bu çarpışmayı, şu ya da bu kampanyayı, şu ya da eylemi başarıyla gerçekleştirmektir. Taktik, stratejinin bir parçasıdır. Ona bağlıdır ve ona hizmet eder.“ (Proleter Devrimin Stratejisi Ve Taktiği / saf.25 )
Tam da bu MLM siyaset doğrultusunda hareket etmek gerekir. Bugün acil olarak kavranması gereken stratejik tespitten ziyade ( çünkü herkesin bir stratejisi var zaten), stratejiye hizmet edecek olan taktik mücadele biçimidir. Kitlelere ve somut duruma rağmen stratejiye hizmet edecek bir taktik geliştirmek ham hayalden başka bir şey değildir. Devrimci durumun yükselişi tek başına faşizme karşı mücadelede yeterli değildir. Sübjektif durumun da uygun olması gerekir. Mevcut durumda hiç bir devrimci hareket tek başına duruma önderlik edebilecek durumda olmadığı açıktır. Öyle ise ne yapmalı. Hemen hemen herkesin hem fikir olduğu kitlelerin talebi olan hak, hukuk, adalet ve insani yaşam koşullarının sağlanması sloganları dikkate alınarak, mücadeleyi bu çerçevede birlikte örgütleyerek, kitlelerin kendilerine ve devrimcilere olacak olan güvenini sağlamak, korku çemberini kırmak. Böylece faşizmin saldırılarını geriletip püskürtmek somut duruma denk düşecek taktik bir mücadele biçimi olarak düşünülmelidir. Sadece düşünmek değil, dergi sayfaları arasından çıkıp, yaşamın her alanına pratik olarak müdahale etmek gerekir. Bu konuda komünistlerin düşünceleri ve samimiyeti açık ve nettir.
‘’Faşizme ve gerici sınıf iktidarlarına karşı demokrasi ve devrim mücadelesinde, bu mücadele hedef ya da görevlerinde ortak müştereklere sahip tüm demokratik, devrimci, sosyalist ve komünist güçlerin ortak müştereklerdeki birliği gerekli olandır.“
Düzen partilerinin kurdukları çeşitli ittifakların, halkın çıkarları için çözüm getirmeyeceği açıktır. Öyle ise somut durumun aciliyeti dikkate alınarak devrimci – demokratların, sosyalistlerin ve komünistlerin müşterek hedeflerde devrimin ve halkın çıkarları için sürece denk düşecek bir örgütlenmeyle ortak müdahale etmeleri gerekli ve zorunludur. Bu, ezilenlerin ve geniş halk yığınlarının birliği anlamına gelecektir. Faşizmi geriletip püskürtmenin yolu da buradan geçer.

Günün Haberleri
32’nci Ankara Film Festivali’ne başvurular 1 Mart’ta başlıyor
Cihan Erdoğan Yazdı: Gece Sığınağından Aya Doğru Koşanlar
Rusya’da Navalny destekçilerinin eylemine polis saldırdı, çok sayıda kişi gözaltına alındı
Gökhan Güneş’in bulunması talebiyle İkitelli Karakolu önüne yapılan yürüyüşe polis saldırdı: 12 kişi gözaltına alındı
Gökhan Güneş’in kaçırıldığını belgeleyen kamera kayıtlarını verenlere soruşturma açıldı